Son yıllarda giderek artan taşkın felaketleri, 25 nehir havzasına sahip olan Türkiye’nin aşırı iklim olaylarına karşı yeterince önleyici tedbir alıp almadığının sorgulanmasına neden oluyor.
Geçtiğimiz yıl Kastamonu ve Sinop’ta yaşanan büyük taşkınlar, yağışılar doğal olsa da, felaketin hatalı arazi kullanımı ve dere yataklarının imara açılması nedeniyle insan eliyle göz göre göre davet edildiğini gözler önüne serdi. Sayıştay’ın geçtiğimiz Ocak ayında hazırladığı Taşkın Risk Yönetimi Raporu, konuyla ilgili bakanlıklardan yerel yönetimlere birçok kurumda yapılan denetimleri kapsıyor.
Büyükşehir Belediyelerinin taşkınların önlenmesinde sınıfta kaldığını ortaya koyan raporda, Adana Seyhan Nehri kıyısında yapılaşma yasağı olmasına rağmen taşkın alanında resmi bina, cami ve otellerin de bulunduğu 2479 adet yapı inşa edildiği bilgisine yer veriliyor.
Türkiye’de ilk kez Taşkın Yönetim Planı uygulanan Antalya ve Yeşilırmak havzalarında planlanan doğrultuda tedbirlerin uygulanmadığı kaydedilen Sayıştay raporunda, “tedbirlerden sorumlu kurumlardan özellikle belediyeler, ilgili oldukları tedbirlere ilişkin çoğu zaman geri bildirimde dahi bulunmamaktadırlar” ifadelerine yer verildi.
ANADOLU COĞRAFYASINDA SUYUN YARATTIĞI KÜLTÜR
Anadolu coğrafyası sahip olduğu inişli çıkışlı topografyasıyla birçok türü bünyesinde barındırıyor. Batıdan doğuya 25 büyük su havzasına ayrılan bu zengin coğrafya, aynı zamanda bir nehirler ülkesi. Kızılırmak, Sakarya, Dicle, Fırat, Asi, Menderes, Göksu, Yeşilırmak, Köprüçay ve onlarca ulu nehir: Nehir vadilerinde gelişen uygarlıklar, binlerce yıldır Anadolu coğrafyasında suyun önemine işaret ediyor. Ancak bu aynı zamanda suyun şekillendirdiği coğrafyanın dilini ve gerçeğini bilmeyi de gerektiriyor.
HİTİT VE URARTU DÖNEMİNDEN BU YANA KULLANILAN SU YAPILARI
Antik çağ Anadolu’sunda tanrısal özellikler atfedilen ulu nehirlerin birer tanrısı vardı. Yaşamı başlatan da, sonlandıran da suyun kendisiydi. Hititler’den Selçuklulara, Bizans’tan Osmanlı’ya, Beyliklerden Cumhuriyet Türkiye’sine suyun yarattığı kültür ve inanç değişerek sürüp geldi. Van’da Urartuların inşa ettiği su kanallarıyla üzüm bağlarını sulayan Karakoyunlu Türkmenlere, Çorum’da Hititlerin yaptığı barajın sularıyla sığırlarını sulayan Bozoklar eklendi. Konya’da 3 bin 500 yıl önce Hititlerin inşa ettiği Eflatunpınar su anıtı, Oğuzların torunlarının buğday ve yün yıkadığı, bahçesini suladığı bir su kaynağı varlığını bugüne kadar sürdürdü.
SUYUN KENDİ PLANINA UYULMAZSA FELAKET KAÇINILMAZ
Su, Anadolu coğrafyasının damarlarında dolaşan kanıydı. Kılcal damarlar gibi ovalardan dağlara doğru yayılan dereler, dağlardan denizlere, yaylalardan göllere yaşamın canını taşıdı durdu. Anadolu insanı her dönemde nehir yataklarını kutsal bildi, tahrip etmeden, saygıyla ve biraz da korkuyla yaklaştı suyun yoluna. Ancak modern zamanların geliştirdiği teknoloji sayesinde kolayca tarumar edilen nehir ve dere yatakları, binlerce yıllık akışını insana göre şekillendirmeye başladı. Yapılaşma, arazi kazanma, kum ve çakıl alma, hatalı köprü inşası gibi denetimsiz müdahalelerle Anadolu’nun nehir havzaları doğal dokusunu giderek yitirmeye başladı. Buna bir de dere ve akarsuların atık deposu olarak görülmesi eklenince, binlerce yıldır doğanın bir gerçeği olan taşkın ve seller giderek daha çok can ve mal kaybına yol açmaya başladı.
SU YÖNETİMİNİN GEREĞİ OLARAK AB TAŞKIN DİREKTİFİ UYGULANIYOR
Son yıllarda giderek daha yakıcı biçimde kendini gösteren aşırı iklim olaylarının başında sel ve taşkınlar geliyor. Türkiye, su yönetiminin bir parçası olarak Avrupa Birliği Taşkın Direktifi’ne uyum sağlamak amacıyla Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş olan Su Yönetimi Genel Müdürlüğü bünyesinde su havzalarında 2007’de uygulamaya konulan taşkın yönetimine ilişkin planlar hazırlıyor. Ancak yürütülen bu çalışmaların kamuoyuna aktarılması ve farkındalık kazandırılması için atılan adımlar yeterli değil. Bugüne kadar ülke genelindeki 25 su havzasının 16’sında taşkın yönetim planı hazırlanmış durumda. Tamamının 2023’e kadar bitirilmesi planlanıyor. Ancak yürütülen çalışmalara bakılırsa hedeflenen tarihte tamamlanması zor görünüyor.
SAYIŞTAY, İLGİLİ KURUMLARDA TAŞKIN ÖNLEME DENETİMİ YAPTI
Sayıştay, Türkiye’de DSİ, AFAD, büyükşehir belediyeleri ve ilgili bakanlıkların sorumluluğunda yürütülen taşkın riskinin azaltılmasına yönelik çalışmaları mercek altına aldı. Sayıştay denetçilerinin ilgili kurumlarda yaptığı denetimlerin ardından hazırlanan ‘Taşkın Risk Yönetimi Raporu’, özellikle belediyelerin bu konuda yetki ve sorumluluğu olmasına rağmen sınıfta kaldığını gösteriyor.
TAŞKIN RİSKİ YÜKSEK İLLER ARASINDA ANTALYA DA VAR
Türkiye’de taşkın riskinin azaltılmasına yönelik planlama ve organizasyon yapısının yeterli olup olmadığı ve taşkın riskinin azaltılmasına ilişkin tedbirlerin uygulanabilir olup olmadığını sorgulayan Sayıştay raporunda, konuyla ilgili ulusal mevzuat ve AB Taşkın Direktifi dikkate alınarak ilgili kurumlarda denetim yapıldığı kaydediliyor. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), Su Yönetimi Genel Müdürlüğü (SYGM), Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü (ÇEM), Orman Genel Müdürlüğü (OGM) ile belediyeler ve il özel idareleri gibi yerel yönetimlerde yapılan denetimler, taşkın riskinin yüksek olduğu belirlenen Antalya, Trabzon, Rize, Kastamonu, Samsun, İstanbul, Aydın ve Adana illerine odaklanıyor.
‘YETERLİ TEDBİR ALMAYAN BELEDİYELER BİLDİRİMDE DAHİ BULUNMUYOR’
Türkiye’de Taşkın Yönetim Planı ilk uygulanan Antalya ve Yeşilırmak su havzalarında konuyla ilgili tedbirlerin çok azının gerçekleştirilmiş olduğu tespitine yer verilen Sayıştay raporunda, “Yeşilırmak ve Antalya Taşkın Yönetim Planlarının (TYP) uygulama sonuçlarına bakıldığında belirlenen tedbirlerin çok azının gerçekleştirilmiş olduğu görülmüştür. Bu tedbirler havzada taşkın riskini azaltmaya yönelik yapısal önlem gerektiren kronik sorunların çözümüne yönelik olmayıp, afet ve acil durum müdahale kapasitesinin artırılması, bilgilendirme/farkındalık çalışmaları, veri toplama gibi başlıklarda yer alan yapısal olmayan önlemlerdir. TYP’lerde yer alan tedbirlerin uygulama sonuçları SYGM tarafından takip edilmektedir. Tedbirlerden sorumlu/ilgili kurumların, online bir portal üzerinden tedbirlerin gerçekleştirilme düzeyi ile ilgili olarak altı ayda bir geri bildirimde bulunması öngörülmüştür. Yeşilırmak ve Antalya havzalarının takip raporlarına göre tedbirler, planlanan doğrultuda ve yeterli düzeyde uygulanmamakta, tedbirlerden sorumlu kurumlardan özellikle belediyeler ilgili oldukları tedbirlere ilişkin çoğu zaman geri bildirimde dahi bulunmamaktadırlar” ifadelerine yer verildi.
ÖNLEYİCİ TEDBİRLERDEN DSİ VE BÜYÜKŞEHİR BELEDİYELERİ SORUMLU
Taşkın yönetim planlarındaki önleyici tedbirleri uygulamakla sorumlu kurumların çoğunlukla büyükşehir belediyeleri ile DSİ olduğuna işaret edilen Sayıştay raporunda, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ile sorumlu havza belediyelerinin tedbirlerin uygulanmasına yönelik yaptırım gücü ve bütçesinin bulunmadığı kaydedilerek şöyle denildi:
“Planlarda yer alan tedbirler, özellikle de yapısal önlem içerenler, kamulaştırma giderleri de dikkate alındığında ciddi kaynak gerektirebilmektedir. Öngörülen tedbirlere ilişkin olarak yapılacak yatırımların nasıl finanse edileceğine ilişkin ise bir planlama bulunmamaktadır. Bu durum tedbirlerin hayata geçirilmesinde aksaklıklara yol açabilmektedir. Bununla birlikte dere ıslahı konusunda büyükşehir belediyeleri ve DSİ arasında sorumluluk alanı paylaşımının mevzuatta açık bir şekilde belirlenmemiş olması kaynak planlamasında soruna yol açabilmektedir.
BELEDİYELER DSİ’NİN GÖREVİ DİYE DERE ISLAHI YAPMIYOR
2004 yılında yürürlüğe giren 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda derelerin ıslahını yapmak büyükşehir belediyelerinin görevleri arasında sayılmıştır. Büyükşehir belediyeleri sınırları içindeki derelerin ıslahı konusunda büyükşehir belediyelerine görev ve sorumluluk verilirken bu yerlerde DSİ’ye verilen yetki ve sorumluluklar kaldırılmamıştır. Nitekim Taşkın Yönetim Planlarında yatak düzenlemesine ilişkin tedbirlerde sorumlu kurum olarak büyükşehir belediyeleri ve DSİ birlikte yer almaktadır. Uygulamada ise dere ıslahı konusunda görev, yetki ve sorumluluklarda açık bir ayrıma gidilmemesi sonucunda DSİ büyük şehirler için tüm il sınırları içinde faaliyet göstermektedir. Bu durumda da büyükşehir belediyeleri çoğunlukla DSİ’nin görevi olarak gördüğü dere ıslahı faaliyetlerine girmemektedir.”
YASAK OLMASINA RAĞMEN TAŞKIN ALANINDA YAPILAŞMALAR VAR
Türkiye’de taşkınların önlenmesine ilişkin yasal düzenlemelerin 1943 yılına dayandığına işaret edilen Sayıştay raporunda aradan geçen süre içinde birçok kanun çıkarılmasına rağmen taşkın alanlarındaki yapılaşmanın önüne geçilemediği vurgulanıyor. Toplamda 31 adet Bakanlar Kurulu Kararı çıkarılarak 110 akarsu kaynağının kanun kapsamına alındığına dikkat çekilen raporda, şöyle denildi:
“Kanun kapsamına alınan alanlarda, tespit ve ilan edilmeden önce mevcut olan yapı, ağaç ve fidan gibi suyun akışına engel olan unsurların kamulaştırma suretiyle kaldırılacağı belirtilmiş ve bu sınırlar içinde tesisat, inşaat veya tadilat yapmak, fidan veya ağaç dikmek gibi faaliyetler yasaklanmıştır.
Bazı akarsularda taşkın sahaları 4373 sayılı Kanun ile koruma altına alınmasına rağmen imar düzenlemelerine konu edilerek yapılaşmaya açılabilmektedir. Kanun’a göre belirlenen sınırların güncel ve gerçekçi olmaması gibi gerekçelerle planlama yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluşları bu sınırlar içerisinde kalan alanları da yapılaşmaya açabilmektedir.
TAŞKIN ALANINDA RESMİ BİNA VE CAMİ DAHİL 2479 YAPI TESPİT EDİLDİ
Örneğin, Seyhan Nehri 1943/20679 sayılı ve 1951/7838 sayılı Bakanlar Kurulu Kararları ile 4373 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. Buna göre Seyhan Nehri kıyısında Kanun kapsamına alınan yerlerde yapılaşma ve tarımsal faaliyette bulunmak yasak olduğu halde aralarında resmi bina, tesis, mesken, otel ve ibadet yerlerinin de bulunduğu 2479 adet yapı 4373 sayılı Kanun kapsamında koruma altında olan alanda inşa edilmiştir. Kanun ihlalleri yalnızca yapılarla da sınırlı olmamakta, Kanun’da açıkça yasak edildiği halde taşkın alanında meyve bahçesi, fidanlık, sera gibi tarımsal faaliyetlerin yapıldığı da görülmektedir.”
SON 5 YILDA 2053 KÖPRÜ VE MENFEZDE DSİ GÖRÜŞÜ ALINMADI
Belediyeler tarafından hazırlanacak imar planları için DSİ’nin ilgili bölge müdürlüğünden görüş alındığı belirtilen Sayıştay raporunda, kurumun olumsuz görüş vermesine rağmen ilgili kanuna ve DSİ’nin görüşüne aykırı olarak imar düzenlemeleri yapıldığı kaydedildi.Sayıştay raporuna göre ülke genelindeki büyükşehir belediyeleri tarafından son 5 yılda inşa edilen köprü ve menfezlerden 2053’ü DSİ’den onay alınmadan uygulanırken, 665 proje için ise hidrolik kesit onayı alınmış. Rapora göre 29 büyükşehir belediyesinden 10’u köprü projelerinde, 6’sı da menfez projelerinde kullanılan taşkın tekerrür debisine yönelik soruyu yanıtsız bıraktı.
TRABZON’DAKİ TAŞKIN AFETİNİN NEDENİ HAFRİYAT DÖKÜLMESİ
Dere yataklarındaki yapılaşma ve bu alanlara hafriyat dökülmesinin taşkın afetlerini tetiklediğine işaret edilen Sayıştay raporunda, “Trabzon Araklı’da 18.06.2019 tarihinde meydana gelen ve 10 kişinin ölümüne yol açan taşkın afetine ilişkin Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından hazırlanan Teknik İnceleme Raporunda dere yatağına kontrolsüz şekilde dökülen hafriyat taşkına sebep olan faktörler arasında gösterilmiştir. Benzer şekilde özellikle Karadeniz Bölgesi’nde gerçekleşen taşkın afetlerini tetikleyen sebepler arasında dere yataklarına kontrolsüz hafriyat dökümü önemli yer tutmaktadır” denildi.
HAFRİYAT KONUSUNDA 8 BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNE YETKİ VERİLDİ
Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ne göre, hafriyat toprağı ve inşaat/yıkıntı atığı üretenlerin ürettikleri atıklarını, taşıma izni almış nakliye araçlarıyla gerekli izinleri almış depolama sahalarına taşımak veya taşıttırmakla yükümlü olduğu bilgisine yer verilen raporda şöyle denildi:
“Yönetmelik ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, belediyeler ve mülki amirlere Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasını sağlamak üzere bir takım görev ve yetkiler verilmiştir. Yönetmelik hükümlerine uyulmadığı takdirde Çevre Kanunu’nda belirtilen cezaların yine Kanun’da belirtilen makamlar tarafından uygulanması gerekmektedir. Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasını denetlemek Bakanlığın yetki ve görevi olmakla birlikte Bakanlık bu yetkisini il özel idarelerine ve çevre denetim birimlerini kuran belediye başkanlıklarına devredilebilmektedir. Bakanlık, yetkisini 8 ilde büyükşehir belediyelerine devretmiştir (Ankara, Antalya, Bursa, Gaziantep, İstanbul, Kocaeli, Sakarya ve Trabzon). Yönetmelik hükümleri çerçevesinde belediyeler veya mülki amirler tarafından işletilen veya işlettirilen depolama sahaları dışındaki yerlere izinsiz olarak hafriyat dökülmesi durumunda Bakanlık birimleri ya da yetki devredilen kurum veya kuruluşça Kanun’un 20’nci maddesinde belirtilen cezai yaptırımların uygulanması gerekmektedir.
DERE YATAKLARINA EN FAZLA HAFRİYAT DÖKÜMÜ KARADENİZ’DE
Dere yataklarına hafriyat dökülmesi yukarıda da belirtildiği üzere taşkın riskini artıran en önemli müdahale türlerinden biri olup mevzuatta yer alan düzenlemeler ve yaptırımlara rağmen tamamen engellenemediği görülmüştür. TAMBİS’teki müdahale kayıt verilerine göre 2013-2020 yılları arasında 452 adet izinsiz hafriyat dökümü tespit edilmiştir.11 Söz konusu müdahalelerin belediyeler, il özel idareleri, KGM birimleri, diğer kurum ve kuruluşlar ile vatandaşlar tarafından gerçekleştirildiği, 71 ihbar kaydında ise müdahalede bulunanın tespit edilemediği belirtilmektedir. Mevzuat ile hafriyat atıklarının yönetimi konusunda görev ve yetkiler verilen belediyeler tarafından bu ihlallerin yapılmış olması dikkat çekicidir. Dere yataklarına hafriyat dökümünün en fazla olduğu iller arasında Karadeniz Bölgesi’nin ağırlığı bulunmaktadır.
HAFRİYAT ATIĞI KABAHAT DEĞİL, SUÇ OLARAK DEĞERLENDİRİLMELİ
Dere yataklarına hafriyat dökülmesi hakkında uygulanacak yaptırımlar konusunda da aynı sorun yaşanmaktadır. Müdahalede bulunan tespit edilemediği takdirde yaptırımların uygulanabilmesi söz konusu olamamaktadır. Yaptırımlarla ilgili bir diğer husus caydırıcılık konusudur. Kabahatler Kanunu’na göre kesilen cezalar çevreye verilen zarar ve sebep olunan taşkın riskine göre oldukça hafif kaldığı gibi söz konusu eylemin tekrarlanmasını engelleyecek caydırıcılıktan da uzaktır. Çevre Kanunu’nun 20’nci maddesinde belirtilen cezalar görece daha ağır olduğundan müdahaleler hakkında bunların uygulanması, yapılan eylemlerin tekrarlanmamasının sağlanabilmesi açısından önem arz etmektedir.”
DERE YATAKLARINDA KAÇAK YAPILAŞMA DA TAŞKINA NEDEN OLUYOR
Dere yataklarında ruhsatsız yapılaşma sorununun, ülkemizde yaşanan taşkınlarda meydana gelen can ve mal kayıplarının sebeplerinden biri olduğuna değinilen raporda, “3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32’nci maddesine göre, ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine veya ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı belediye veya valiliklerce tespit edildiği takdirde, yapının mühürlenerek inşaatın derhal durdurulması; ruhsat alınamaz veya ruhsata aykırılıklar giderilemezse ya da İdare tarafından yapının ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilirse valilik veya belediye tarafından yıktırılması gerekmektedir. Mevzuatta düzenlenmiş tüm önlemlere rağmen dere yataklarında taşkın riski taşıyan yapılaşmanın engellenememesi oluşturulan kontrol mekanizmasının etkinliğinin yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir” tespitine yer verildi.
ANKARA’DA GÖZ GÖRE GÖRE GELEN FELAKET
Sayıştay raporunda taşkın alanlarındaki imara açma girişimlerine örnek olarak verilen Ankara Mamak’a bağlı Boğaziçi Mahallesi’nde 5 Mayıs 2018’de meydana gelen taşkının 35 iş yerini su altında bıraktığı, 100 aracın ise taşkın sularına kapılarak sürüklendiği, 3 kişinin hafif yaralandığı bilgisine yer verildi. Bölgede dar gelirli grupların yerleştirilmesi amacıyla 1990 yılında imar planı yapıldığı ve 22 Ağustos 1990 tarihinde büyükşehir belediye meclisince onaylandığı belirtilen raporda şöyle denildi:
“Plan açıklamalarında bölgedeki dere yataklarına ilişkin herhangi bir bilgi olmadığı gibi bölgede taşkın riskinin değerlendirilmesine dönük herhangi bir kurum görüşüne de rastlanmamıştır. Islah planları ile daha önceden imar mevzuatına aykırı olarak yapılaşmış bölgelerdeki konut stoku ile altyapının iyileştirilmesi amaçlanmakta olup, taşkın riski konusunda DSİ’den görüş alma süreci ilgili mevzuatta da öngörülmüş değildir. Fenni açıdan hiçbir kurala bağlı kalınmadan inşa edilen yapıların sonradan planların içine dâhil edilme gayreti olan ıslah imar planları, prensip olarak mevcut yapı stokunun muhafaza edilmesine öncelik verdiğinden, afet risk değerlendirme hususu ya arka planda kalmış ya da tamamen ihmal edilmiştir.”
SAYIŞTAY’DAN İLGİLİ KURUMLARA TAŞKIN UYARILARILARI
Taşkınların önlenmesi için yapılan çalışmalarda havzada faaliyet gösteren ilgili tüm kurumların eşgüdüm içinde çalışması gerektiğinin altı çizilen Sayıştay raporunda, konuyla ilgili yapılması gerekenler ise şöyle sıralandı:
“Taşkın riskini azaltmaya yönelik projelerin hayata geçirilmesindeki en önemli sorunlardan biri yüksek kamulaştırma maliyetleridir. Özellikle şehir merkezlerinde ortaya çıkan bu sorunun çözümü için sorumlu kurumların ortak çalışma ile ayrıntılı finansman programları hazırlamaları gerekmektedir. Yerleşim alanlarının planlanmasında taşkın riskinin değerlendirilmesi için imar mevzuatında öngörülmüş kontrol süreçleri bulunmaktadır. Ancak yasal düzenlemelerle yürürlükteki imar mevzuatı hükümlerinden istisna tutulmuş birçok yapı mevcuttur. Ayrıca idareler, taşkın riski konusunda DSİ’den görüş alma zorunluluğuna uymadan veya verilen görüşe aykırı olarak imar planı hazırlayabilmektedir. Akarsu ve derelerde geçiş yapıları olan köprü ve menfezlerin projelendirilmesinde hidrolik kesit tahkikleri her zaman DSİ’nin onayına sunulmamakta, müdahaleler ile kesiti daraltılan derelerde hidrolik kesit tahkiklerine uygun geçiş yapıları yapılamamaktadır. Bu nedenle derelerde taşkın riskini artıran yetersiz kesitli köprü ve menfezler bulunmaktadır. Akış kapasitesini azaltan müdahalelerin önlenmesi taşkın risklerinin azaltılması açısından önem taşımaktadır. Akış kapasitesini azaltan müdahalelerin başlıcaları dere yataklarında ruhsatsız yapıların inşa edilmesi ve dere yataklarına hafriyat atıklarının dökülmesi olmaktadır. Ruhsatsız yapıların inşa edilmesine yönelik mevzuatta belirlenen tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanması sağlanmalıdır. Yerel idareler tarafından hafriyat atıklarının dere yataklarına dökümünün engellenmesine yönelik çabalar artırılmalıdır.”
Yusuf Yavuz