Bedene değil kalbe, akla ve liyakate bakmak” prensibini inşa etmek ve güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Allah Rasûlü, Âmâ (kör) bir sahabeyi ziyaret etmek istediğinde “Beni, şu iyi gören adama (basîr) götürün” demiştir. O, engellilere yapılacak her türlü yardımın bile birer ibadet olduğunu özellikle vurgulamıştır. Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği İslam 15 asırdır tarih sahnesindedir ve bu tarihin büyük bir kısmında insanlığın gerçekleştirdiği en büyük başarı örneklerine rastlanır. Onun inşa ettiği İslam medeniyeti, insana en şerefli mahlukat olduğu için, ‘insan olduğu için’, ‘varlığın özü olduğu için’ kıymet vermektedir. “Allah sizin ne biçimlerinize ne de bedenlerinize bakar fakat o sizin yüreklerinize bakar.” (Hadis-i Şerif) Bunun için İslam, insanın bedeninden çok yüreğinin önemsendiği bir gönül medeniyetidir. Hz. Peygamber bir gün sadaka verecek imkan bulamamaktan yakınan ve bunun sevabını arzu eden Ebû Zer’e şöyle buyurmuştur: “Âmâya veya yol sorana yol göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.” (İbn Hanbel) “Gözleri görmeyen âmâ bir insanı yolundan saptırana Allah c.c lânet etmiştir.” (Hadis-i Şerif) ‘Engellilere yardım etmek ibadettir’ buyuran Hz. Peygamber, onlara zarar vermenin, eziyet etmenin, dalga geçmenin, görmeyen birini yoldan saptırmak gibi eylemlerin de, Allah tarafından lanetlendiğini bildirmiştir. Kudsi hadiste yüce Allah: “İki sevgilisi olan gözlerini almak sureti ile kulumu sınadığımda sabrederse, o ikisi yerine ona cenneti veririm” buyurarak, engelli olan herkese günahlardan arınmayı ve cenneti vadetmektedir. Hz. Peygamber, engelli sahabelerin ibadete devam etmelerini istemiş, onları çok önemli vazifelerde görevlendirmiş, savaşlara katılmalarına dahi izin vermiştir. Böylece o, engellilerin toplumdan tecrit edilmesine asla müsaade etmemiş, liyakatlerine uygun alanlarda topluma hizmet etmelerine fırsat vererek onların topluma fayda sağlamasını temin etmiştir. Allah Rasûlü (sav) toplumun tüm fertlerine bu pencereden bakmış ve onlarla bu prensip doğrultusunda ilişki kurmuştur. Onun engelli bazı sahabelerle olan ilişkilerinden birkaçı şu şekildedir: Âmâ bir sahabe olan Itban b. Malik Allah Rasûlü (sav)’ne gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim gözlerim iyi görmüyor. Evimle kabilem arasındaki nehir, yağmur yağdığında taşıyor ve geçmem zor oluyor. Evime gelir bir yerinde namaz kılarsan orayı mescit edineceğim’ der. Bunun üzerine Allah Rasûlü, onun evine gidip orada namaz kılacağına söz verir ve ertesi sabah güneş doğup yükseldikten sonra beraberinde Hz. Ebû Bekir ile Itban’ın evine gider. Eve girdiğinde ‘Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?’ buyurur. O da Allah Rasûlü (sav)’nün namaz kılmasını istediği yeri gösterir. Rasûlullah namaza durur, arkasındakiler de ona uyarak namaz kılarlar.” (Buhari) Hz. Peygamber’in Ümmü Mektum isimli görme engelli sahabe ile yaşadığı şu hadise çok dikkat çekicidir. Allah Rasûlü (sav) bir gün Mekke’nin ileri gelen müşrikleriyle konuşuyordu. İslam hakkındaki sohbet iyice koyulaşmıştı. Tam o esnada âmâ sahabelerden biri olan Abdullah b. Ümmü Mektum, “Bana doğru yolu göster, ey Allah’ın Rasûlü!” diyerek çıkageldi. Onun zamansız gelişi ve söze dalışına canı sıkılan Hz. Peygamber, yüzünü çevirip konuştuğu şahsa döndü ve “Söylediklerimde herhangi bir sorun görüyor musun?” diye sordu. Adam, “Hayır” diye cevap verdi. İşte tam da bu esnada, Yüce Allah’ın şu ayetlerine muhatap oldu: “(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi! Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da bu öğüt ona fayda verecek! Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun! (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır, böyle yapma, şüphesiz bu ayetler bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.” (Abese) Kutlu Nebi bu ilahî mesaja kulak vermiş, ondan payına düşeni fazlasıyla almış ve Ümmü Mektum’a sahabe içerisinde yüksek payeler vermiştir. Öncelikle onu Mus’ab b. Umeyr ile birlikte Medine’deki Müslümanlara Kur’ân öğretmekle görevlendirmiş, ardından onu, Bilal-i Habeşi ile birlikte Mescid-i Nebevi’nin müezzinliğine tayin etmiştir. Bu vazifelerin yanında savaşlara giderken onu Medine’de yerine tam 13 kez vekil bırakmış; Ümmü Mektum, geride kalanlara namaz kıldırmıştır. Hz. Peygamber’den sonra onun halifeleri de bu muhterem sahabeye çok önemli görevler vermişlerdir. Hatta o Kadisiye Savaşında İslam ordusunun sancaktarlığını yaparken şehit olmuştur. Hz. Peygamber’in önemli görevler verdiği engelli sahabelerden birisi de Muaz b. Cebel (ra)’dir. O, ayağı aksayan Muaz b. Cebel (ra)’i Yemen’e vali olarak göndermiştir. (Buhari) Hz. Peygamber zamanında, engelli olmalarına rağmen kendi istekleriyle savaşa iştirak eden sahabeler de dikkat çekmektedir. Bunlardan en önemlisi ayağı aksak olan Amr b. Cemuh (ra)’dur. O, bir gün Hz. Peygamber’e gelerek, “Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer ben şehit oluncaya kadar Allah yolunda savaşırsam cennette bu topal ayağım düzelmiş bir şekilde yürüyebilecek miyim?” diye sorar. Hz. Peygamber, “Evet” der. Amr, Uhud Savaşı’nda şehit olur. Savaş meydanında Amr’ın cenazesiyle karşılaşan Hz. Peygamber, “Ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş bir vaziyette yürürken görüyor gibiyim” buyurur. (İbn Hanbel, V, 300.) Zikri geçen bu sahabelerin yanında, Hz. Peygamber’e arkadaşlık etmiş ve yaşamlarının belli dönemlerinde engelli olmuş önde gelen bazı sahabeler de şunlardır: Sa’d b. Ebi Vakkas (ra), Cabir b. Abdullah (ra), Bera b. Âzib (ra), Ka’b b. Malik (ra), Abdullah b. Ebu Evfa (ra), Abbas b. Abdülmuttalib (ra). (İbn Kuteybe, Mearif, 587–588.)