‘Avlanmak, yıkanmak, oynamak, gülmek… Hayat budur!’

Pınar Özlem Aytaçlar*

Antik Çağ’da, çocuklar ve yetişkinler tarafından oynanan ve beceriye ya da şansa dayalı oyunlar hakkında bildiklerimiz temel olarak, antik yazılı kaynaklara ve arkeolojik buluntulara dayanır. Arkeolojik kazılarda bulunan oyun malzemeleri; oyun taşları, kübik zarlar, aşık kemikleri ve oyun masalarıdır. Oyunlara ilişkin ikincil kaynaklarımız ise, vazo ya da duvar resimlerinden ya da mozaikler üzerindeki tasvirlerden oluşur.

Antik yazarlar, zar ile oynanan masa oyunlarının Yunanlılar ya da Lidyalılar tarafından icat edildiğinden bahseder. Masa oyunları içerisinde, günümüzün tavla oyununa benzeyen ve alea adı altında birkaç çeşit zar oyunundan oluşan oyunların mucidinin Palamedes adlı bir Yunanlı olduğuna dair mitolojik bir hikâye bile vardır. Palamedes’in, Troya savaşları sırasında askerlerin rahatlamaları ve iyi vakit geçirmeleri için bu oyunu yarattığına inanılır. Ancak masa oyunlarının çok daha eski bir geçmişe sahip olduğu ve Yakındoğu-Mısır kültürlerine ait bir gelenek iken, Akdeniz dünyasına sonradan ulaştığı genel olarak kabul edilen görüştür. Kökeni ne olursa olsun, yetişkinler arasında oynanan oyunlar, Yunan ve Latin toplumlarında erken dönemlerden itibaren karşımıza çıkar. Mesela M.Ö. 4. yüzyılda kottabos denilen ve Yunan erkekleri tarafından içkili yemek davetlerinde oynanan bir oyuna rastlarız. (Resim 1)

Resim 1: Kottabos oynayan genç. Kırmızı figür Attika kyliksi, M.Ö. 480-460.

Bu basit oyundaki tek amaç, kaptaki şarap tortusunu bir hedefe fırlatmaktan ibaretti. Yunanların en bilinen masa oyunları arasında “beş sıra” vardı. Kurallarını tam olarak bilemesek de bu oyun, ortadakinin kutsal sıra olarak adlandırıldığı beş paralel çizgiden oluşmaktaydı. M.Ö. 6. ve 5. yüzyıl Attika vazolarında resmedilen, Aias ve Akhilleus’un oynadığı oyun da bu oyundu. (Resim 2)

Resim 2: Troya savaşı sırasında oyun oynayan Akhilleus ve Aias’ı resmeden Attika amphorası, M.Ö. 530.

Her iki kültürde de oynanmakla beraber, matematiksel bir dizgeyle oynanan ve strateji gerektiren masa oyunları daha çok Latinler tarafından seviliyordu. Farklı oyunlarla ilişkili çeşit çeşit oyun masası vardı. Taşları hizaya sokma ve gruplamaya dayalı oyunlar, değirmen çarkını temsil eden kare ya da daireler içerirlerdi. Mancala gibi “yer değiştirme” oyunları, rakibin taşlarını ele geçirmeyi hedefler ve sırayla yerleştirilmiş, kepçe ya da kap şeklinde oyukları olan oyun zeminlerinde oynanırlardı. Ludus latrunculorum gibi savaş oyunlarında, kare ızgaralar içine karşılıklı iki sıra olarak askerler dizilirdi. Yarış oyunlarında ise oyun taşlarının oluşturduğu yarış grupları, zar kullanılarak ilerletilir ve bitiş çizgisine kadar birbiriyle yarıştırılırdı. Masa oyunları içerisinde en popüler olanları ise duodecim (XII) scripta ve alea idi. Tavla benzeri erken bir Latin oyunu olan ve iki zarla oynanan XII scripta, zarların atımıyla gelebilecek en yüksek skor olarak 12 rakamına işaret eden bir oyundu. Geç dönemde 3 zarla oynanmaya başlayınca adı da alea olarak değişmişti. Bu oyunlar, iki kişiyle, zar atarak ve masa üzerinde objeleri hareket ettirerek oynanıyorlardı. Her oyuncunun masaya koyduğu 15 taşı vardı ve oyunun amacı, zar kullanarak bu taşların tümünü oyun masasının dışına almaktı. En tipik örnekleri, üzerinde, yazılı bir slogan için 36 adet alan bulunanlarıdır. Bu alanlarda harfler, altışarlı altı grup olarak düzenlenmiştir. Harfler heksametrik vezinde düzenlenmiş kelimeler oluştururlar. Bunlar da genellikle günlük yaşama, kumar ve talihe ilişkin özlü sözlerdir:

LUDITE SECURI QUIBUS AES EST SEMPER IN ARCA

“Kaygısız oyna: paranı para kutunun içinde tut!”

Timgad’daki forumun basamaklarındaki oyun masasında yazdığı gibi, hayata ilişkin aforizmalara da sıklıkla rastlanırdı (Resim 3):

Resim 3: Timgad’dan oyun masası.

VENARI LAVARE LUDERE RIDERE OCCEST VIVERE

“Avlanmak, yıkanmak, oynamak, gülmek… Hayat budur!”

Ne de olsa bir Roma kentinde eğlence, hamamlarda, alea oynanabilecek tavernalarda ve av zevkinin tadılabileceği arenalarda bulunabilmekteydi. Oyun masalarının üzerinde bazen de Roma’nın emperyal gücüne vurgu yapan ifadeler bulunurdu. Savaşta askerlere moral vermek için icat edildiğine inanılan ve oyun hamlelerinin askeri taktiklere benzetildiği alea oyununun üzerinde bu tip ifadelerin yer alması çok da şaşırtıcı değildi elbette:

VIRTUS IMPERII HOSTES VINCTI LUDITE ROMANI

“İmparatorluk güçlüdür! Düşman zincir altında; şimdi Romalılar oynasın!”

Almanya’da bulunan ve bir askeri kule şeklinde yapılmış olan zar kutusu üzerinde de “Pictler yenildi, düşman silindi, korkusuzca oyna!” yazar (Resim 4).

Resim 4: Askeri kule şeklindeki Roma zar kutusu, M.S. 4. yüzyıl.

XII scripta ya da alea oyunları en çok Roma ve civarında bulunmuştur. Oyunun yaygın olarak, günümüze ulaşmayan ahşap masalarda oynandığını düşünebiliriz. Günümüze ulaşan oyun masaları, 1 metre uzunluğunda ve 50 santimetre genişliğinde mermer levhalardır. Bunlar taşınabilir objelerdi ve evlerin bahçelerinde, avlularda ve insanların bir araya geldiği tavernalarda kullanılıyorlardı. Latinler arasında, her sınıftan ve her gelir seviyesinden insan zar oyunu oynardı. Hatta imparatorlar bile… İmparator Claudius’un alea oyununa tutkusu öyle güçlüydü ki, oyunda nasıl kazanılacağına dair bir kitap bile yazmıştı. Alea oyunu, Augustus’un en kötü alışkanlığıydı. Üstelik imparator bunu ne inkâr ediyor ne de bundan utanıyordu. Caligula da kumarbaz imparatorlardan biriydi. Matematik bilgisi ve stratejik beceri gerektirdiğinden, okur yazar kesime daha çok hitap eden bir oyundu. Ancak sıradan halk tarafından da yaygın olarak oynanmaktaydı.

Burada bir çifte standart vardı. Sıradan halk için utanç verici olan kumar, üst düzey kişiler tarafından hatta imparatorlarca oynandığında, eğlenceli ve zekice olarak tanımlanıyordu. Çünkü para, statüyü belirleyen en önemli göstergelerden biriydi ve oyun da doğrudan para ile ilişkiliydi. Kumar oynamak da zengin elitler tarafından yapılmadığı müddetçe aşağılanan bir faaliyetti. Roma’da halka açık alanlarda alea oynanması yasaklanmıştı ve bunu aediles denen memurlar kontrol ediyordu. Ancak evlerde oynanmasına karışılmıyor, festivaller sırasında da halka açık yerlerde oynanmasına esnek yaklaşılıyordu. Sonuç olarak alea/XII scripta, hem alt sınıfta hem de üst sınıfta yaygın olarak oynanan bir oyundu. M.S. 4. yüzyıl yazarlarından Ammianus, Roma’da, en alt sınıf olan fakirlerden oluşan bir kalabalığın, agresif bir şekilde zar atarak birbirleriyle mücadele ettiğini ve bu esnada burunlarından rahatsız edici bir ses çıkardıklarını yazar. Yazara göre bu kumarbazların bir diğer işi de at yarışları ve atların özellikleri üzerine bitmek bilmez konuşmalar yapmaktır.

Yunan kültüründe ise, zar oyunlarının bu kadar nahoş bir imajı yoktur. Başı boş aristokrat gençlerin zaman öldürme meşgalesi olarak kabul edildiği ve pek muteber sayılmadığı doğrudur. Yine de olasılıkla Roma’daki kadar yaygın olmadığından ve halka açık alanlarda fütursuzca oynanmadığı için nadiren aşağılanır. Masa oyunlarının Yunan kentlerinin kamusal alanlarında görünür olması, İsa sonrası yüzyıllarda başlar. Roma İmparatorluğu egemenliği altındaki Yunan kentlerinde, bu dönemden itibaren, 400 ilâ 600 kilo ağırlığında büyük taş bloklara kazınmış oyun masalarına rastlanır. Meydanlarda, kamu yapılarının kaldırımlarında bulunurlar ve profesyonel taş işçileri tarafından özenle kazınmışlardır. Üzerlerindeki işaretler ve yazılar ile tıpkı Roma örneklerine benzerler. Sagallassos kentinden bir oyun masası üzerinde şunlar yazar:

Π Α [Ι] Ζ W Ν ◇ Τ Ε Ρ Π Ο Υ (Oyunun keyfini çıkar)

Ν Ε Ι Κ Ε Ν ◇ Χ Α Ι Π Ο Υ (Zaferin keyfini çıkar)

Η Τ Τ Η Σ Ε ◇ Μ Η Χ Ο Λ Α (Kaybetmenin seni melankolik yapmasına izin verme)

Yazıların Yunanca olmasının da gösterdiği gibi, oyunu oynayanlar Yunan kentlerinin Yunanca konuşan sakinleridir. Bu insanlar, Latinlerin meşhur oyununu birebir alarak gündelik hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir. Üstelik bu bireysel bir özentiden ibaret değildir. Tersine, dev mermer bloklara özenle işlenmiş oyun masalarının kamusal alanlara yerleştirilmiş olması, bunların şehrin yöneticileri tarafından oluşturulduğunun göstergesidir. Roma imparatorluk döneminden heksagramlı bir örnek Efes’de Celsus kütüphanesinin yanında bulunmuştur:

Η ΤΑΒΛΑ ★ ΧΡΥΣΟΥ

ΑΠΟΛΙΑ ★ ΤΕΡΠΣΙΝ

ΕΧΟΥΣΑ ★ ΠΟΛΛΕΝ

“Bu tahripkâr altın masa, çok zevk getirir.”

Roma çağına kadar, yazısız, soyut oyunları tercih eden Yunanlılar, XII scripta ve alea oyunlarını Latinlerden alarak oynamaya başlamıştı. Üstelik bu oyunları halka açık, kamusal alanlarda, bir kamu hizmeti olarak şehir tarafından yaptırıldığı belli olan taşınmaz bloklar üzerinde oynayarak, şehir hayatının bir parçası haline getirmişlerdi. Aslında bu durum, Yunan kentlerinde, Roma egemenliği altında değişen günlük yaşamın detaylarından sadece bir tanesiydi. Roma barışı sayesinde huzur içinde yaşayan, ağır vergiler ödemediği için ekonomik yönden sıkıntı çekmeyen Yunan kent sakinlerinin, günlük yaşamlarında daha çok boş vakti ve harcamak için daha çok parası vardı. Roma, bu topraklara hiçbir zaman kendi kültürünü, dilini veya dinini dayatmamıştı. Bu yüzden, Küçük Asya’nın Yunan kentlerinde yaşayanlarda, Latin olana karşı bir antipati de yoktu. Dolayısıyla konu eğlence olunca Yunanlılar, Romalıların eğlence kültürünü taklit etmekten gocunmadılar. Roma hamamları inşa ederek, hamam sohbetlerinin gündelik hayatlarının keyifli bir parçası olmasına izin verdiler. Roma arenalarındaki gladyatör gösterilerini kendi şehirlerinde Yunan gladyatörlerden izlediler. Ve boş zamanlarını da şehir meydanındaki alea masasında oyun oynayarak şenlendirdiler.

Yunan kentlerinin sakinleri, bu eğlenceleri bizzat yerinde, yani Roma’da görüp tanımamıştı. Ancak Roma’yı ziyaret edecek parası olan aristokrat sınıf zaten kentlerin de yönetici sınıfı idi. Onlar da eğitimli elitler olarak, kendi halklarına bu eğlenceleri bir belediye hizmeti olarak sundular. Çünkü bu eğlenceler de çağın, eğitime, sanata, jimnastik yarışmalarına, hitabet gösterilerine değer veren ve bunları toplumun her kesimine açan yapısına uyan unsurlardı. Zamanın yükselen değeri olarak, eğitimli olmanın göstergelerinden de biriydi. Bu nedenle oyun masaları, kırsalda, taşrada değil, halkın Yunanca konuştuğu ve Yunan kültürünün baskın olduğu büyük şehirlerde bulunuyorlardı. Kesin olarak şehir yaşamına özgü idiler. Üzerlerindeki harfler, harflerin şekilleri, kelimelerin telaffuzu ve ne şekilde çarpıtılarak kullanıldıkları da bunları kullananların sadece okur-yazar değil, eğitimli de olduklarına delâlet eder. Bu yüzden bu oyunlar da şehirlerin kültürel yaşamına ait unsurlar olarak görülmelidir. Oyunların sabit, büyük bloklara itinayla hazırlanmış oluşu da taşlara yazılan şehir kararnamelerinden daha az önemli olmadıklarını gösterir.

3. yüzyıl ile 6. yüzyıl arasında bir tarihte kamusal alandaki oyun masalarının kaldırılıp başka alanlarda tekrar kullanıldığı görülür. Artık halka açık yerlerde XII scripta oyunu oynanmamaktadır. Bu durum, muhtemelen Hıristiyanlık ile doğrudan ilişkiliydi. Kilise babaları zar atma işinden pek hoşlanmıyorlardı. Şans oyunları Hıristiyanlar için ahlâka zararlı alışkanlıklardı. Ayrıca bu oyunlar aracılığıyla Tykhe ve Fortuna gibi tanrılara tapınılması da hoş değildi. Ancak 6. yüzyıl ve sonrasında da başka zar oyunlarının devam ettiği görülür. Sagalassos, Efes, Didim, Afrodisyas, Laodikya, Perge ve Side gibi büyük kentlerde geç antik çağa ait çok sayıda oyun masası bulunur. (Resim 5)

Resim 5: Afrodisyas’dan oyun masası.

Firigya’daki Kütahya’da bulunan, M.S. 4./5. yüzyıla ait bir oyun masasında şu ifade yer alır:

✝ ΜΗ ΘΕΟΜΑΧΟΣ ΝΗΩΝ ✝

✝ ΑΣΒΟΛΟΘΗ Ο ΡΟΝΧΑΖΩΝ ✝

“Burnundan ses çıkaran, isle kararsın.”

Kumar oynarken sinirden burnundan soluyan ve kötü sesler çıkaranları, Ammianus da Roma seyahati esnasında görmüş ve ayıplamıştı. Roma’dan çok uzakta, Kütahya’da bulunan bu yazıt da gösteriyor ki, bu ayıplama, kontrolünü kaybetmiş bir kumarbaz için, evrensel olarak kullanılıyordu. Bunu yapanın isle kararması bedduası ise, şüphesiz ki “cehennemde yanması” anlamına gelmekteydi. Hıristiyanlık dönemine ait olan bu yazının başına ve sonuna da tanrının koruması ve şans için birer haç yerleştirilmişti.

Geç dönem örneklerinin hepsi şehirlerin halka açık yerlerinde bulunmuştur. Meydanları çevreleyen portikolarda, sütunlu caddelerde yer alırlar. Bu nedenle şehrin yöneticilerinin izniyle, belki de onlar tarafından yerleştirilmiş olmalıdırlar. Yani oyun geleneği Hıristiyanların karşı çıkmasına rağmen, büyük kent yerleşimlerinin terkedilmeye başladığı 7. yüzyıla kadar kesintisiz ve kamusal bir hizmet olarak devam eder. Değişen tek şey ise oyun masasının ortasındaki rozet kabartmasının yerini Malta haçına bırakması olmuştur (Resim 6).

Resim 6: Efes’ten 12 scripta masası.

Kilise babaları bundan hoşlanmıyor olsalar da zar oyunu geleneği bir anda bırakılamayacak kadar kökleri sağlam bir gelenekti. Belki geç dönemde, dinin de etkisiyle, kumar oyunu olma özelliğini kaybetmişti. Ama hâlâ, evde oturup sıkılmak ve hanımının dırdırını dinlemek yerine, gününü şehrin meydanında geçirmek ve sosyalleşmek isteyenler için en uygun araçtı.

*Doç. Dr. / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir