Rafael Nadal’ın Paris’te Roland-Garros turnuvasını 14. kere kazanmasının aslında haber değeri neredeyse yok. Çünkü İspanyol tenisçi Paris’te zaten hiçbir final kaybetmedi. 23 yaşındaki genç Norveçli tenisçi Casper Ruud’a karşı kaybetseydi, bu tabii bomba haber olurdu. Ama herhalde dün oynanan finalde bunun gerçekleşebileceğine inanan pek kimse yoktu ortalarda. Ruud da Mallorca’da Nadal tenis akademisinden gelen ve kendisiyle defalarca antrenman setleri oynamış bir genç olarak herhalde büyük ustasını yenmeyi kendi programının içine yedirememişti, böyle bir saygısızlığa (!) kendi içinde bile pek cüret edememişti.
Nadal maçı aşağı yukarı 2,5 saatte 6/3, 6/3, 6/0 kazandıktan sonra artık fazlasıyla gelenekselleşen şekilde, kendisineefsanevi kadın oyuncu Billie Jean King’in teslim ettiği kupayı tabii ki yine kulpundan ısıracaktı. Ama işin her finalden sonra yaşanandan daha farklı yanı, mağlup olan oyuncu sanki kazanandandaha da fazla mutluydu. Ruud sanki bulutlarda uçuyor, bir yandan da çocukluğundan beri hep televizyonda izlediği bu finallerdeefsanevi şampiyon olarak tarihe kaydedilen İspanyol boğasının yanında o podyumda sanki ne aradığını kendi kendine sormaya devam ediyordu.Yani Nadal’ın 14. Paris zaferi ve 22. Slam zaferi kendisi için artık fazlasıyla kanıksanmış büyük keyiflerse, Ruud için bir Slam turnuasında finale çıkmak,hiç beklemediği olağan dışı bir Amerikan düşeşiydi sanki. Nasıl olsa toplamda altı oyun kazanmış, maça biraz renk getiren birkaç yaratıcı vuruş bile yapabilmişti… Podyumda her iki sporcuyu izlemeye başlayan insanların çoğu, maçı kazananın Ruud olduğunu bile düşünebilirdi!
Nadal bir toprak saha canavarı.Ya da daha sık kullanılan deyimi ile terminatörü! Paris’teki Roland Garros’taki toprakta ise, onun performansı diğer toprak sahalardaki kapasitesinin net %50 üzerine çıkıyor. Paris’te oynadığı 14 finalin her birini kazandı: Federer’e karşı 4, Djokovic’e karşı 3, Thiem’e karşı 2 ve Puerta,Ferrer, Wavrinka,ve Soderling’e karşı birer final… Bu 14 finalin 10’unu Paris’te santrkortta canlı çıplak gözlerimle seyretmiş bir insan olarak, dünyada hiçbir balığın hiçbir okyanusta kendini Nadal’ın o sahada hissettiği kadar evinde hissetmediğini söyleyebilirim! Ruud dün yaşlı fakat her daim aç kurdun önüne arenada atılmış kuzu gibi duruyordu.
ONUN İŞTAHINI BÜYÜK ÖLÇÜDE KABARTTI
İspanyol şampiyon birkaç gün önce 36. yaşını kutladı. Hiç anlayamadığım şekilde maçı naklen yayınlayan Eurosport kanalında bu maçın Nadal’ın Paris’teki son karşılaşması olabileceği konuşuluyordu. Pek anlam veremedim çünkü, her ne kadar ayağındaki sakatlıktan dolayı şu anda sinirine yapılan iğnelerle sahalara çıkmış olduğunu öğrensek de, Nadal’ın genel fizik kondisyonu bence kendisini daha en az iki yıl bütün büyük turnuvalara taşır. Yani ulaştığı 22 Slam şampiyonluğu 25’e de çıkabilir. Ayrıca Nadal şimdi Wimbledon ve Amerika Açık’ı da aynı yıl içinde kazanarak, geçen yıl Djokovic’in başaramadığı Grand Slam’i de zorlayabilir. Dört büyük turnuvanın ilk ikisini kazanmış olması, onun iştahını büyük ölçüde kabartmıştır.
Finale gelene kadarüç büyük rakibi vardı Nadal’ın: Önce 4. turda Kanadalı genç yıldız Auger Alliassime… Nadal21 yaşındaki zorlu ötesi rakibini harika bir maçtan sonra 5 sette zar zor yenmeyi başardı. Ardından da Djokovic ve Zverev… Birinciyi çeyrek finalde dört sette saf dışı bırakırken, Sırpşampiyon 4. setin yalnız tek puan uzağındaydı. Ama Nadal harika bir backhand passingshotla maçın beş sete taşınmasını önledi. Zverev maçında ise, ilk sette tiebreak‘de 6-2 Zverevöne geçtikten sonra kaçırdığı 4. set topunda Nadal herhalde hayatının en iyi sayısını oynadı. Önce backhandine ardından forehandine, en uç köşelere en sert şekilde savrulan toplara neredeyse seyircinin burnunun dibine girerek yetişti sonunda harika bir crosspassings hotla inanılmaz bir acı yaratarak bu kritik puanı lehine yazdırmayı başardı ve ilk seti de sonuçta kazandı. Ardından herhalde bildiğiniz gibi ikinci sette Zverev yine 5/3 öne geçtikten sonra bu sette de Nadal kendisini yakaladı ve maç tam yeni bir tie break’e taşındığı anda Zverev’in dünyada milyonlarca insanın kalbini parçalayan o korkunç sakatlanma anı yaşandı ve Paris’te favorilerden ve “Yeni Nadal” olarak tanımlanan Alcaraz’ı harika bir oyunla çeyrek finalde sürklase etmiş, formunun zirvesinde olan Alman oyuncu maçı gözyaşları arasında bırakmak zorunda kaldı.
Bunları size niye hatırlatıyorum? Yani Nadal çok kolay bir akıştan sonra çıkmadı finale. Ve finalin akışında fazla zorlanmadan da kupaya ulaşmasına rağmen inanılmaz zorlu bir turnuva oynamak durumunda kaldı.
CANAVARLARI SAF DIŞI BIRAKANLARI ELEYEREK GELDİ
Ruud mu? Onun yolu da yine uzun ve dikenli, ancak dev isimlere rastlanmadığı için nispeten daha açıktı. İlk turda ünlü Fransız Tsonga’yı, onun jübile maçında 3 tiebreaklimaçta 4 sette yendi, sonra 3. turda 32 numaralı plase İtalyan Sonego’yu 5 settesaf dışı bıraktı, ardından çeyrek finalde 4 sette elediği Danimarkalı Rune, bir tur öncesinde turnuvanın favorilerinden Tsitsipas’ı 4 sette yenmişti.Ruud’un yarı final rakibi, Hırvat MarinCilic, önceki iki turda sırayla turnuanın sürpriz favorileri resimde gösterilen iki Rus tenisçiyi, Medvedev ve Rublev’i elemişti. Ruud finaldeki yerini onu da dört sette yenerek kazandı. Yani anlayacağınız, evet geçmiş turlarda çok terlemişti ama hiçbir “canavar”la karşılaşmadan, o canavarları saf dışı bırakanları eleyerek gelmişti…
Galiba size her şeyi anlattım da finalin akışını aktarmayı unuttum! İnanın anlatılacak pek bir şey yoktu. Sonuçta Ruud zayıf halka olduğu için herhalde ben dahil birçok insan ona manevi destek veriyordu ama onun Nadal hayranlığı ve finale çıkmış olma şaşkınlığı, kendisini o slam finalinde sanki misafir oyuncu gibi hissetme sendromunu aşmasına mani oldu. İlk sette Nadal rakibinin servisini maç başlar başlamaz kırarak 2/0 öne geçmesinin ardından, Ruud Nadal’ın iki çift hatasının yardımıyla onun servisini geri kırmayı başardı ancak bir sonraki oyunda basit bir backhandhatasıyla 2/2’yi yakalama şansını kullanamadı. Nadal ilk seti 6/3 aldıktan sonra, Ruud 2. sete servisini kazanarak başladı ve dördüncü oyunda da Nadal’ın servisini sıfıra karşı kırmayı başardı. İşte o anda ve bir tek o anda küçük bir soru işareti oldu, acaba şimdi Norveç’li tenisçi kendi servisini kazanıp skoru 4/1’e taşıyıp bu seti cebine koyarsa, belki maç yeniden başlayabilirdi şeklinde umutlarımız doğdu. Ama ne gezeeeerrr!?
İşte o andan itibaren terminatör devreye girdi bir tam 11 oyunu peş peşe bir antrenman maçı rahatlığında kazanarak 14. Paris Şampiyonluğuna uzandı. Arada Ruud harika forehandler patlattı, bazen inanılmaz ince ayar backhandlerle harika açılar buldu, güzel bazı puanlar kazandı, ama bunlar araya karışmış küçük tatlı nağmelerden öteye geçemedi. Her ihtiyacı olduğunda, Nadal gaza basarak, ritmini arttırarak, açılarını daha da gererek güle oynaya sonuca ulaştı. İnanın kazandığı 706.000 doların Nadal için turnuvalardan ve sponsorluklardan kazandığı yüz milyonlarca doların yanında pek bir hükmü yok. Doğal olarak onu ilgilendiren tek şey kendi rekorlarını geliştirmek yani belki 14 rakamını 16’ya 22 rakamını da yukarılara çekmek, tenis tarihinde bir daha kimsenin göremeyeceği rekorları kariyerini noktalamadan başarmak. Ruud ise, yarından tezi yok hayatının ilk büyük finalini oynamış olma deneyiminin gururunun getirdiği keyifle Wimbledon’a hazırlanmaya başlayacak. Ne de olsa Nadal ne kadar kariyerinin sonunda ise Ruud’da en başında sayılır. Demek üç hafta kadar sabretmeniz gerekecek, Londra yazının Temmuz’da saklayabileceği sürprizlere ulaşmak için…
Bedri Baykam