Büyük Taarruz’un 70’inci yıldönümünde açılan Dumlupınar Şehitliği, Üç Komutan Anıtı, Milisler Anıtı, Şehit Baba-Oğul Anıtı, Mehmetçik Anıtı, Namazgâh, Şadırvan ve 500 kişilik sembolik şehit mezarlarından oluşuyor. Kenti gezmeye buradan başlayıp bizim için canlarını feda edenlere saygılarımızı sunduk… Ardından da Kütahya Porselen ve NG Kütahya Seramik Yönetim Kurulu Başkanı, arkadaşım Sema Güral Sürmeli’nin organize ettiği çok anlamlı bir kutlamaya katıldık. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100’üncü yılı coşkusu kentin her yerinde hissediliyor.
Kütahya, bugün de işletilen zengin maden yatakları nedeniyle tarihin her döneminde ilgi görmüş, geniş ticaret yolları varmış; bu yüzden de pek çok uygarlığın istediği diyarlar olmuş. Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyanoğulları ve Osmanlı dönemi uygarlıklarının sonunda Türkiye Cumhuriyeti’ne kavuşmuş Kütahya. Bölgede hemen her uygarlığın izlerine rastlamak mümkün. Mesela Roma döneminin en büyük şehirlerinden olan 120 bin nüfuslu Aizanoi şehrinin kalıntıları günümüze kadar ulaşmış. İmparator Hadrian, hâlâ ayakta olan Anadolu’nun en iyi korunmuş Zeus Tapınağı’nı, toplanan arazi vergileriyle yaptırmış.
Dumlupınar Şehitliği
Bu çok iyi durumdaki tapınağı, 15 bin kişilik tiyatroyu, 13 bin 500 kişilik stadyumu, macellum denen kapalı pazar binasını ve dünyanın bilinen ilk ticaret borsa binasını görmek gerçekten de çok etkileyici. Malazgirt Zaferi’nin ardından 11’inci yüzyılın sonunda Türk uygarlıklarıyla tanışan Kütahya, Germiyanoğlu Beyliği’ne başkentlik yapmış. Beyliğin başındaki Süleyman Şah, kızı Devlet Hatun I. Murat’ın oğlu Bayezid ile evlenirken Kütahya, Simav, Emet ve Tavşanlı’yı Osmanlılara kızının çeyizi olarak vermiş. Böylece bölge Osmanlı’nın olmuş. Şehirdeki Hıdırlık Mescidi, Yoncalı Hamamı ve Camisi, Balıklı Camisi ve Medresesi Selçuklu döneminden bugüne ulaşan eserler. Germiyanoğulları’ndan kalanlar arasında günümüzde Arkeoloji Müzesi olan Umur-Bin Savcı Medresesi, bugün Çini Müzesi olan II. Yakup İmaret Külliyesi ile İshak Fakih Cami ve Medresesi sayılabilir. Gelelim Osmanlı’dan kalanlara… Zaten şehir Osmanlı mimarisinin çok güzel örnekleriyle donatılmış. Kurşunlu, Lala Hüseyin Paşa ve Yıldırım Bayezid Han camileri şehrin en gösterişli eserleri. Kütahya’ya gidip de Çini atölyelerini, porselen sanatçılarının yaptığı koleksiyonları gezmeden dönmek olmaz.
Kütahya Porselen kurucusu Nafi Güral tarafından hazırlanan, içinde 76 bin eser sergilenen Özel Gülsüm Güral Müzesi 6 bin metrekare alana yayılmış. Müzede sadece seramik değil, Osmanlı’dan günümüze devlet ve liyakat nişanları, sultanların özel eşyası, savaş aletleri, savunma gereçleri ve özel tasarım takılar gibi paha biçilmez eserler sergileniyor. 16 ve 18’inci yüzyıllar arasında üretilmiş ve orijinalleri dünyaca ünlü müzelerde sergilenen Avrupa porselenleri, Kütahya çinileri, Dolmabahçe ve Topkapı Sarayı porselenleriyle çini panoları müzenin yapıtaşlarını oluşturuyor. Klasik otomobil ve motosikletler, geçmişten bu yana kahve kültürünü simgeleyen öğeler ve Kütahyalı ünlü ressamların tabloları müzenin kültürel çeşitliliğini yansıtıyor. Doğal güzellikleriyle öne çıkan, kent merkezine 90 kilometre mesafedeki Domaniç’te atılmış Osmanlı’nın temelleri.
Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin ninesi, Ertuğrul Gazi’nin annesi olan Hayme Ana’nın türbesi mutlaka görülmeli. Türbeyi II. Abdülhamit yaptırmış. Doğanın bu bölgeye ne denli bonkör davrandığını, Domaniç Ormanları, Sarıkız Mesire Yeri, Topuk Yaylası ve Palazoğlu Göleti’ni ziyaret ederek görebilirsiniz. Gitmişken de Oylat Mağarası ve Oylat Şelalesi’ni görmeyi ihmal etmeyin… 3 milyon yıl yaşındaki Oylat, Türkiye’nin ikinci büyük mağarası. Havasının astım ve bronşit hastalığına iyi geldiği söyleniyor. Bu arada kaplıcalarıyla da öne çıkan Kütahya’da Simav Eynal Termal Turizm Merkezi, Ilıcaköy, Yoncal ve Kaynarca kaplıcalarının şifalı sularının birçok hastalığa iyi geldiğinin söylendiğini de hatırlatmalıyım