Biliyorsunuz, Türkiye son 20 yıldır dünya sisteminin kendisine biçtiği rolün dışına çıkmaya çalışıyor. Çünkü o rolü 80 yıl oynadı, bir faydasını görmedi. Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Dünya 5’ten büyüktür” sloganı bunu özetliyor. Türkiye Batı’nın gerisinde kalmama çabalarına daha 1820’de başladı ve bu çaba hala sürüyor. Ancak anlayamadığımız bir şey var ki; o da Batı’nın bizim “Batılı olmamızı” değil “Batı’nın istediği gibi olmamızı” arzu ettiğidir. Bu sadece Türkiye için böyle değildir. Geri kalan bütün dünya bu “dış gücün” cenderesi altındadır. Fakat 1800’lerden itibaren finansal olarak da dünyayı ele geçiren Batı’nın endüstriyel kapitalizmi artık kendisi de finans kapitalin elindedir. Finans kapitalin egemenliği demek, para ticaretinin, ürün ticaretinin önüne geçmesi demektir. Yani bir şey üretmeden sadece paradan para kazanmaktır. Kapitalizmde nasıl her şey “meta” haline gelmişse, alınır-satılır olmuşsa, para da meta haline gelip alınır-satılır olmuştur. Yani bazen bir 100 lira, 110 lira etmekte, bazen de 90 lira etmektedir. Bu alışverişten elde edilen kâra faiz denir. Kapitalizmin kendi mantığı içerisinde bunda bir gariplik yoktur. Hatta yatırımın dağılımını hızlandırma konusunda faydaları olduğu da doğrudur. Ancak işin mantığı şudur: Parası olan ve kendisi üretim yapamayan birikim sahipleri bunu bir finans kuruluşuna (banka/borsa) yatırır ve bu yatırımından kâr elde eder. Çünkü banka onun bu yatırımını alıp, gerçekten üretim yapmak isteyen bir iş adamına “borç/kredi” verir ve geri alırken de “faiz” ister. İş adamı da bu birikimi fabrikasında kullanıp mal ve hizmet üreterek kar elde eder ve bankaya parasını “faizi ile birlikte” geri verir. Amacım burada iktisat konusunda ahkâm kesmek değil, böyle bir iddiam da olamaz zaten. Ama sıradan bir insanın da anlayacağı gibi bir iş adamı aldığı krediyi üretime yatırır, kalkınma sağlar. Dolayısı ile krediyi geri öderken de bunun faizinin düşük olmasını tercih eder, yüksek olmasını değil. İşte bizde dananın kuyruğu burada kopuyor. Koskoca TÜSİAD, yani bizim üretim yapıp memleketi kalkındırdıklarını düşündüğümüz iş insanları faizin düşmesini değil, yükselmesini istiyor! Faizin yükselmesini üretici değil tefeci ister! Siz ne iş yapıyorsunuz Allah aşkına? Faizin yükselmesi nasıl oluyor da sizin işinize yarıyor? Borç aldığınız parayı daha yüksek faizle geri vermek nasıl sizin tercihiniz oluyor? Sanki kalkınmada, üretimde tek bir yol varmış ve tek bir iktisat kuramı varmış gibi hükümetten iktisat ilminin kurallarına uymasını istiyorsunuz. İstiyorsunuz tamam da en temel kural “düşük faizle kredi alıp üretim yapmak” ne oldu? Burada TÜSİAD’ın harekete geçmesini isteyen muhalefetin de ciddi sorunları olduğunu söylemek lazım. Tamam, siz siyasi karar olarak faiz yükselsin ki döviz/dolar düşsün dediniz. Dünya da bunu söylüyor, ona da tamam. Ama görünüşe göre bir başka yol bulundu ve dolar düştü. Şimdi oturup buna ağlamak mı lazım? “Bu akşam saatlerinde yaptığı açıklama bir anda dövizin aşağıya doğru çekilmesine…(duraksayıp, lahavle der gibi başını yana eğerek) neden oldouuğu…” diye miki maus sesleri çıkarmak mı lazım? Alınan önlemler ilk üç günde doları yüzde 40 geriletti. Peki, bu kalıcı bir çözüm mü? Uzun vadede işe yarayacak mı? Göreceğiz. Ama önce “Dolar 18 TL oldu, ekonomi battı!” diye feryat ediyorsan, dolar 10 küsur TL’ye düşünce de kahrolmayacaksın. Kahroluyorsan, o zaman senin asıl derdinin doların yükselmesi, halkın alım gücünün düşmesi olmadığı anlaşılır ve klişe espri tekrarlanır “Mesele dolar değil, sen daha anlamadın mı?” Yazının başındaki “Batı’dan geri kalmamak, Batılılaşmak” konusuna dönersek. Bu sadece bizim sorunumuz değildi. Endüstri devriminden sonra devrimi yapan Batı dışında herkes bir şekilde pozisyon almak zorunda kaldı. Kimi tam bir parçası olmak istedi (Japonya’dan başka başaran yok, o da atom bombası zoruyla), kimi toptan reddetti. Şimdi ise bizzat Batı’nın kendisi üretimin yerini alan ve Batı’yı da zor durumda bırakan finans kapitali nasıl yöneteceğinin derdinde. Yani finans kapital artık sadece bizim için değil, bütün ulus devletler için “dış güç”. @kalemciler